Yıl 1972. Adana İmam-Hatip Lisesi son sınıftayım. Edebiyat dersimize Necdet Özkaya geliyor… Mâlum o zamanlar Edebiyat dersine Kompozisyon da dâhildi. Necdet Hocam Kompozisyon yazılı yoklaması yapacaktı ve soruyu yazdırdı: “Uhdeme tevdî edilen vazifeyi itmam için ……..” diye başlayan, gerisini unuttuğum bir cümle yazdırdı ve bu sözü açıklayan bir kompozisyon yazmamızı istedi. Arkasından eliyle işaret ederek “Sen, sen, sen, sen; öğretmenler odasından sandalye alın gelin!” dedi. Yukarı çıkarken bu kelimeleri düşünmeye başladım: “Uhde” Arapça “vâhidün” kelimesinden geliyor. Vâhid, “bir” anlamına geldiğine göre “uhde” birey demektir. (O anda öyle düşündüm ama sonradan sözlüğe baktığımda “ahid” kelimesinden geldiğini ve “uhde”nin, “bir işi üzerine alma, söz verme” anlamına geldiğini gördüm) “Tevdi” kelimesi de muhtemelen “veda” kelimesiyle bir bağlantısı vardır; tevdi de “bırakılmak, verilmek” gibi bir anlama geliyor, “itmam” ise “kolay, tamamlamak, bitirmek demektir.” şeklinde kendi kendime bir muhakeme yaptım ve cümleyi çözdüm.
Akşam evde otururken baktım bizimkiler “Çember – Evimdeki Yabancılar” dizisini izliyorlar. İnternette gezinirken bir ucundan ben de seyretmeye başladım. Dizi güzeldi hatta içimden “Bizimkiler film yapmayı öğrendiler”, “Bu dizi dünya piyasasına girebilir” gibi notlar da veriyorum. Gerçi hikâyeyi kim yazmış, senaryo haline kim getirmiş internette bulamadım ama eğer eser telif ise gerçekten iyi bir polisiye filmi diyebiliriz.
Filmin sonuna doğru bir şarkı belirdi fonda… Dikkatle dinledim ve şaşırdım. Şarkının bir yerinde şöyle diyor:
“Sen sevda mısın yoksa yalan dolan
Püsküllü belamı bu derde salan
Var bir yaşanmamışlık sanki özünde
Benim içimde uhde kalan”
Fena bir besteye de benzemiyor ama UHDE kelimesine taktım. Tabii ismini sonradan ve ilk defa duyduğum BURAY’a da, bu filmin yapımcı ve yöneticisine emeği geçenlere de kızdım. O kelime UKDE olacaktı, hatta internetten araştırdım şarkının sözleri doğru yazılmış ama muhtemelen şarkıyı okuyan Buray, “Bunu yanlış yazmışlar doğrusu UHDE olacak; ben doğrusunu okuyayım.” demiştir.
Bir zamanlar Nur Yoldaş, şiiri Attila İlhan’a ait olan bir şarkı okudu ve çok tutuldu. O zamanlar 45’lik plaklar olurdu. Şarkıyı okurken “Başlar ay doğarken saltanatı Sultân-ı Yegâhın” derdi ve plakta da öyle yazardı. Epey sonra toprağı bol olsun, Attila İlhan itiraz etti ve o şarkıyı “Sutânî Yegâh” şeklinde yeniden okuttu.
1995 yıllarında yine Sinan Erkoç bir albüm yaptı. Kasetin baskısı harikaydı. Uzun uzun açıklamalar ve fotoğraflar var muhtemelen şarkıların sözleri filan ihmal edilmemişti. Fakat ilginçtir albümün ismi: “Nâmütenâ-i Muhabbet.” Hiçbir anlamı yok. Eğer “Nâmütenâhî Muhabbet” olsaydı, “Sonsuz Aşk” anlamına gelebilirdi.
Diyeceğim şu ki elbette hepimizin imlâ, noktalama ve ifade hatası olabilir; fakat toplumun neredeyse tamamına açık bir şey yapıyorsanız, LÛTFEN BİR BİLENE DANIŞIN… Yoksa câhil damgası yiyebilirsiniz.
Nazım Günay
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Yorum Yazın